ABD mevcut durumda artık Ortadoğu’da mevcut vekil güçler üzerinden Suriye’deki varlığını devam ettiremeyeceğini, hatta bölgede varlık gösteremeyeceğini çok net olarak görmüş durumda. Bu sebeple çeşitli argümanlar kullanarak senaryosunu yeni bir evreye taşıyarak, Kürtlerle Türkleri ve Arapları, Türkleri ve İranlıları, Şiileri ve Sünnileri uzun yıllar sürecek bir çatışmaya sürüklemek istiyor.

Haftalardır, ABD’nin bana göre sürpriz olmayacak ama medya kalemşorları tarafından sürpriz ve çok bilinmez denklemler olarak sunulan Suriye’den çekilme kararı tartışılıyor. Oysa gelişmeler ABD’nin bu şekilde çekilmek zorunda kalacağı Trump’ın ilk başkanlığı döneminden beri çok netti. Sadece zamanlaması ve biçimi bekleniyordu. Sadece Suriye’den değil Nobel Barış ödülü sahibi savaş makinesi Obama’nın özellikle Arap ve İslam coğrafyasını yıkıma uğratan politikası çerçevesinde işgal edilen her yerden çekilmek zorunda kalacağı aklını ve vicdanını ipotek ettirmemiş her insan için çok nettir.

ABD bölgeden çekilmek zorunda, bölgeden çekilirken Türkiye ve Rusya ile koordinasyonu deneyecek, İran’ın yayılmasının önüne geçilmesi ve İsrail’i tatmin edecek güvenceler almak isteyecektir gerisi ABD için teferruattır. Senaryonun aparatları konusundaysa kullandığı örgütler sahadaki kontrollerini kaybetse de terör üretme kapasitelerini sürdürecekledir. Bu tarz bir asimetrik savaşta ABD'nin orada bulunmasının bir işlevi ve gereği de yok zaten. Ayrıca oluşacak bir kaos durumu ABD’nin senaryosunun bir parçası olması sebebiyle ABD’yi rahatsız etmiyor. Aksine bölge devletlerine bir tehdit olarak kullanabilmesi için böyle bir duruma ihtiyaç duyuyor. Sadece bu durumu kamufle etmeye çalışıyor.  

ABD mevcut durumda artık Ortadoğu’da mevcut vekil güçler üzerinden Suriye’deki varlığını devam ettiremeyeceğini, hatta bölgede varlık gösteremeyeceğini çok net olarak görmüş durumda. Bu sebeple çeşitli argümanlar kullanarak senaryosunu yeni bir evreye taşıyarak, Kürtlerle Türkleri ve Arapları, Türkleri ve İranlıları, Şiileri ve Sünnileri uzun yıllar sürecek bir çatışmaya sürüklemek istiyor. Bu çatışmalar sonucunda aynı coğrafyada yaşayan Kürtleri, Arapları, Süryanileri, Türkmenleri, Farisileri ve Türkleri,  Şiileri ve Sünnileri birbirine kırdırtarak düşman kamplara ayırmayı hedeflemektedir. ABD’nin İran’ı sınırlandırmak adına Suudi Arabistan-BAE hattındaki Arapları İsrail ile aynı hatta birleştirme çabası bu çatışmayı daha şiddetli ve uzun zamana yayma amacını taşımaktadır.

Trump başkanlığının son dönemindeki mesajında net olarak, "ABD, hiçbir şey kazanmadan değerli yaşamları ve trilyonlarca doları, yaptıklarımızı takdir etmeyen kişileri korumak için Ortadoğu'nun polisi mi olmak mı istiyor? Sonsuza kadar orada kalmak mı istiyoruz? Artık diğerlerinin savaşma zamanı" ifadelerini kullanmıştı.

Tabi muhataplardan ses çıkmayınca pervasızlıkta arttı. 19 Nisan 2024 tarihinde ABD temsilciler meclisi başkanı Mike Johnson aynen şunları söyledi; “Yurt dışındaki çatışmalara kendi çocuklarımızı göndermektense kurşun ve para göndermeyi tercih ederiz” sözleri tüm dünya medyasında yer aldı.

Bu coğrafyanın halklarına karşı tarihin çeşitli safhalarında ağır bedeller ödenmesine sebep olan küresel güçler tarafından sahnelenen senaryoları yazılarımda defalarca yazdım. Ne Arap devletleri İtalyanların Ömer Muhtar’a, İngilizlerin Şerif Hüseyin’e karşı sahnelenen trajedilerine, ne Barzani'nin KDP'sinden HDP ve PYD'ye, hiçbiri yaşanan bu trajedilerden elde edilmesi gereken tecrübelerin kıymetini bilmedi. Ne dönüp, Stalin'in 1945'te Mahabat Kürt Cumhuriyeti girişimini, ne de ABD'nin 1975'teki Cezayir Anlaşmasıyla Molla Mustafa Barzani'yi yüzüstü bırakmasından ve benzerlerinden ders çıkardı. Ne de en son olarak Mesud Barzani'nin referandumunun neden hüsrana dönüştüğüne baktı.

Birçok kez yazdım, Tarihin farklı dönemlerinde Arap ve Kürt siyasi aktörleri hep aynı yanlışı tekrarladı. Bunu "ihanet" olarak açıklamaları da yaşanan trajedileri değiştirmedi. Hafızalara kazınan yakın tarihin en çarpıcı fotoğrafı 1975'te yaşandı. Molla Mustafa Barzani, 1973'te Nixon yönetiminden 16 milyon dolar yardım alarak bir ayaklanma başlattı ama başaramadı. Çünkü ABD sahnelediği senaryoyu uyguladıktan sonra Barzani'yi yüzüstü bıraktı.

Geriye harap olmuş bir coğrafya, on binlerce ölü ve ABD’nin şu ibret verici anekdotu kaldı. Molla Mustafa Barzani dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'e yazdığı mektupta; "ABD'nin Kürtlere karşı ahlaki ve siyasi bir sorumluluğu olduğunu" söylerken Kissinger de ona, "Gizli servis operasyonlarının bir hayır işi olmadığını" hatırlattı. Arap’lar ise cetvelle çizilen sınırlar içinde işbirlikçi tahsildar diktatörlere teslim edildi ve bu dönemde olduğu gibi sahnelenen trajedilere figüran edildi. Yüzyılı aşkındır da figüran olmaktan kurtulamadı.

Herakleitos'un "Aynı sularda/nehirde iki kez yıkanılmaz" sözü ne yazık ki, Arap ve Kürt siyasi aktörler için geçerli değil. Geçerli olsa döne döne aynı yanlışları yaparlar mıydı?

Daha önce yazdığım gibi (ARAP VE KÜRT ÇOCUKLARI !) ABD Suriye’de Amnesty ve Human Rights Watch'un kanıtladığı üzere 11 yaşından itibaren çocuk savaşçıları zorla silahlandırması, bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik şiddet kullanarak Arap halkını zoraki göçe zorlaması ve katliama varan yaptırımlarının sorumluluğunu günah keçisi olarak yerel güçlere yükleyerek sıyrılacak.

Bu eksendeki siyaset, sadece ABD'yi değil, AB'yi de ciddi olarak etkiliyor ve yeni bir siyaset oluşturmaya zorluyor. AB yeni küresel sisteme ayak uyduramıyor ve son gelişmeler AB’nin ciddi siyasi ve ekonomik krizlere gebe olduğunu göstermektedir. Bu krizler AB’yi dağılma sürecine götürme riski taşımaktadır.

Uluslararası Güvenlik teorisinde zorlayıcılık denen bir kavram vardır. Bir devletin başka bir devleti askeri şiddet kullanmadan ve sadece kullanabileceği tehdidiyle etkilemesi demektir. Savaşmadan sonuç almak anlamına gelir. Maliyetsiz olduğu için de savaştan önce buna başvurulur. ABD sahada bunu denemeye çalışıyor. Ancak hesaba katmadığı şey binlerce kilometre uzaktan askerleri ve özel güçleriyle gelip bu kaosu yaratan kendi güçleri olduğudur. Bu sebeple ABD’nin bu kuralı uygulayabilmesi imkânsız gözüküyor. Diğer olasılık ise güç kullanarak müdahale etmesidir. Bu durumda ise "ABD'nin askeri varlığı sahadaki dengeleri değiştirmek için yetersiz gözüküyor."

Bölge halkları bu senaryoyu yüz yıldır biliyor. Birinci dünya savaşında Yunanlıları çökmüş imparatorluğun bakiyesi Türkiye Cumhuriyetinin kurucu dinamiklerine karşı silahlandırıp işleri bitince yüzüstü bırakmasından. Ermenileri ve Süryanileri katliamın koşullarına terk etmelerinden, İran'daki Musaddık darbesinden, Irak’ta Molla Mustafa Barzani'yi yüzüstü bırakmalarından, Saddam'ı kışkırtıp Irak'ı ateşe vermelerinden, Libya’yı, Yemeni harabeye çevirmelerinden, Filistin'i ve Arap Bahar’ını kan gölüne çevirmelerinden biliyor. Ancak görünen o ki bazı siyasetçilerin hafızalarını tazelemeleri gerekiyor.

Gözüken o ki, ABD, İngilizlerin birinci dünya savaşı sonunda Anadolu’da Türkiye ve Yunanistan’a uyguladığı senaryoyu tekrarlayarak, tasını tarağını toplayıp gidecek ve bölge devletleri ve yerel güçler arasında sürecek uzun bir çatışma senaryosunu sahnelemek istiyor. Dilerim bölge devletleri ve yerel güçler tarihten ders çıkararak sadece utanç, yıkım ve bağımlılık getirecek bu senaryonun figüranları olmazlar.