Tarih boyunca, "İbretlik olsun" diye asılanlara daha sonra ağıtlar yakıldı. Bir sonraki dönemlerde utanç listeleri veya kara lekeler olarak anıldı, eleştirildi. Ancak hiçbiri geri getirilemediği gibi bu kara lekeden kurtulmuşken hala idam istemek tarihten ders çıkarmamaktır. Binlerce yılda edinilen İnsani değerlere ihanettir.
Tarih boyunca öldürme fiili geleneksel kurallarda, dinlerde ve hukuk sistemlerinde yasaklanmış ve bu fiili işleyenler cezalandırmaya tabi tutulmuşlardır. Ancak ilk dönemlerden itibaren toplumu kontrolü altına alabilip bir yönetim mekanizması kuran güçlerin yansıması olan devlete her dönemde öldürme yetkisi verilmiştir.
Bu yetki binlerce yıl boyunca devleti oluşturan güçlerce, koydukları kurallar çerçevesinde çeşitli biçimlerde bazen katliamlara varan boyutlarda kullanılmıştır. Bu katliamlara varan uygulamalara en çarpıcı örnek devlet mekanizmasının kurallarına karşı gelerek tehdit oluşturma tanımlamasıyla yapılan toplu infazlardır. Uzak tarihi yansıtan kralların yazdırdığı kitabelerde asi halkların nasıl katledildiği anlatılmaktadır. Yakın tarihlerde rejim değişikliğinin argümanı olarak kullanılan yöntemler (1789 Fransız, 1917 Rus, 1933-1945 Hitler vb.) bu uygulamaların çarpıcı örnekleridir.
Ölüm cezasını (idam) yönetimler binlerce yıl boyunca, muhaliflerine, yönetimleri altında bulundurduklarına ve özellikle döneme göre ağır suçlar işleyenlere karşı bir güç simgesi olarak kullanmışlardır. Oysa güçlü olmak öldürmekte değil, çözüm bulmak ve muhafaza altına alabilmektir.
Yönetimler binlerce yıl boyunca bu cezalandırma yöntemini suçluları caydırmak için uygulanması gerektiğini savunmuştur. Oysa tarihe baktığımızda devlet mekanizmasının ilk oluşum sürecinden beri uygulanan ölüm cezası sonucunda milyonlarca kişi bazen suçu ispatlanmamış olanlarda dâhil olmak üzere idam edilmiştir. Binlerce yıldır uygulanan telafisi bir saniye sonrası için bile mümkün olmayan bu ceza ne kadar caydırıcı olmuştur? Toplumdaki suç işleme sayısını ne kadar azaltmıştır?
Telafisi mümkün olmayan bu yöntemin uygulamalarına, Osmanlı’da meydanlarda asılanlara, Engizisyonda çeşitli işkenceden sonra yakılanlara, Fransa’da giyotine yollananlar, Almanya’da gaz odalarında katledilenler, Roma yönetimi Kudüs’ünde Hz. İsa’yı haça, Abbasi dönemi Bağdat’ında Hallacı dar’a yollayanlara ve benzerlerine baktığımızda tüm uygulamalar birer insanlık suçu teşkil ettiği gibi toplumda onarılamaz tahribatlara yol açmıştır.
Yakın tarihimizdeki, 1926’da üç Aliler (deliler) divanı olarak adlandırılan hukuk ucubesi istiklal mahkemeleri tarafından yaşı küçültülerek idam edilen Şeyh Said Efendi ve arkadaşları, İskilipli Atıf hocayı ve binlerce kişiyi idam ettirdi. 1960 darbesi tarafından oluşturulan mahkemelerce halkın seçilmiş başbakanı Adnan Menderes ve bakanlar Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan. 1971 darbesi mahkemelerince Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan. 1980 darbesinde, son bakışı 40 yıl sonra bile hala hafızalarda olan 17 yaşında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren, Mustafa Pehlivanoğlu ve 48 kişi bu onarılmaz tahribatların en çarpıcı örnekleridir. Verilen tüm bu ve benzeri kararlar bu gün tartışma konusudur. Bu uygulamalar sebebiyle 100 yıl boyunca devlet halkın gözünde ceberut devlet imajıyla bir tehdit unsuru olarak ifade bulmuştur.
Tüm dinlerde yaşatma ve ıslahla ile ilgili ayetler ve tavsiyeler var. Hukuk sistemlerinde idam yerine uygulanan cezalandırma sistemleri kabul görmekte ve demokrasinin gelişmişliğinin kıstası olarak değerlendirilmektedir.
Tarih boyunca, "İbretlik olsun" diye asılanlara daha sonra ağıtlar yakıldı. Bir sonraki dönemlerde utanç listeleri veya kara lekeler olarak anıldı, eleştirildi. Ancak hiçbiri geri getirilemediği gibi bu kara lekeden kurtulmuşken hala idam istemek tarihten ders çıkarmamaktır. Binlerce yılda edinilen insani değerlere ihanettir.
Ülkemiz idam cezasının kara lekesinden 2001-2004 tarihleri arasında yapılan düzenlemeler ve anayasa değişikliğiyle yasalarımızdan çıkartılarak kurtulmuştur.
Siyasiler toplumumuzda onulmaz tahribatlara yol açacak, insani değerlerden uzaklaştıracak, gene onarılamaz hatalara yol açacak, hukuk sitemimizi, demokrasimizi gerilere sürükleyecek, toplumsal vicdanımızı sızlatacak tarihin kara lekeleri olarak anılan dönemlerin karanlığına sürükleyecek idam kavramı tuzağına düşmemelidir. Devleti korumak mı istiyorlar? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” diyen Şeyh Edebali’yi hatırlasınlar.
Ülkemiz idam cezasının geri getirilmesi tartışmalarından kurtulmalı ve dünyada idam cezalarının kaldırılması mücadelesinin öncülüğünü yapmalıdır.
İdam edilenlerin son sözlerinden birkaç örnek,
· İdam hükmünü okuyan hâkime; Ne olurdu Edirne'de 101 yıl verseydin?! Şeyh Sait
· Hiç küskün değilim. Hiçbir dargınlık duymuyorum. (Adnan Menderes)
· Allah memleketi korusun, millete zeval vermesin, haydi Allah'a ısmarladık. (Fatin Rüştü Zorlu)
· Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler! (Deniz Gezmiş)
· Evlad-ı Kervelayme. Bê gunayme! Ayvo! Zulümo! Cinayeto! (Evlad-ı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır! Zulümdür! Cinayettir!) Seyit Rıza
Suçluları cezalandırmak için verilen ölüm cezası, geleceğin toplumsal vicdanını yok eden en büyük suçtur.
İdam cezası, hukuk marjında bir ceza değil, fiili bir öldürme eylemidir.
Savaş, işkence ve her türlü şiddet insanlığa karşı suç olduğu kadar Tanrı'ya karşı da suçtur. Çünkü Tanrı'ya ait olan ruhu incitir.