Ama ne olduysa umudun ve iyimserliğin en yüksek seviyelere çıktığı “çözüm süreci” ile de Kürt halkının haklarının tanzim edilmesi umudu tam da pekişiyorken oldu.

23 YILDA AK PARTİ VE TOPLUMSAL SORUNLARA ÇÖZÜM ARAYIŞI

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 14 Ağustos’ta 23. yaşını kutladı. 22 yıl iktidarda olmasına rağmen, hala Türkiye’de en büyük kitle desteği alan iki partiden biri (diğeri CHP). 

AK Parti, 2015’e kadar ki iktidar dönemlerinde, izlediği çözüm arama politikalarıyla ve bu arayışın neticesinde de oylarını artırarak iktidarını sürdürdü. 12-13 yıl boyunca köklü sorunlar da dahil zaman zaman iki ileri bir geri olsa da akil yollarda bir çözüm arayışında oldu, çözümler üretti. AK Parti bu dönemde, devletin statik ve statükocu erkelerine karşı toplumsal talepler adına bir siyaset izlerken, toplum da bunu gördükçe desteğini artırdı. 

Ancak 2015 sonrası süreçte, devletin sopasını tam olarak eline alan AK Parti’de, yeni çözüm arayışlarının yerini, iktidar alanını genişletme ve buna karşı duran herkese ve her şeye karşı devletin sopasını da bir bastırma aracı olarak kullanma sürecine başladı.  

Türkiye’de son 8-9 yılda, tekrar gittikçe büyüyen ve derinleşen sorunlara ve değişime olan ihtiyaca rağmen, 31 Mart seçimlerine kadar AK Parti’nin en yüksek oy alan parti olması ve son seçimlerde de ikinci parti olması, sorgulanmaya değer bir tabloyu işaret ediyor.  

Yani ortaya çıkan tabloya göre, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de dahil, toplum henüz değişim umuduna cevap olabilecek bir alternatife ikna olmamış durumda. Diğer bir deyişle, toplumun değişim ihtiyacına cevap olamayan ve değişimi zorunlu hale getiren süreçlerin sorumlusu olan AK Parti’yi, yine bu değişimi yapabilecek en güçlü adreslerden biri olarak görüyor. 

Bir toplumda, muhalefet toplumsal sorunlara “çözüm üretme” konusunda, iktidardan daha iyi ve cesur olursa, tablonun böyle olma ihtimali olmaz. 

AK Parti iktidarlarının geçmişine baktığımızda; 2001 yılı sonrasına kadar Tekçi Kemalist rejimin, darbelerle ve militarist dinamiklerle dışladığı ve ezdiği iki kesimin sorunlarını radikal söylemlerle siyaset eksenine alan ve bunu bir mücadele alanına dönüştüren bir parti olarak doğdu. 

Necmettin Erbakan öncülüğünde, Refah Partisi’inin 1990lı yıllarda muhafazakarların mağduriyeti üzerinden yaptığı siyaset ile toplum tarafından desteklenmesi ve siyasi yasaklı olması, varolan o destek zeminini perçinledi. Diğer tarafta Kürtlere karşı süregelen zulüm ve 1990lı yıllarda 10 binlerce yargısız infazın yapılması da toplumda çözüm için arayışta olan büyük bir kitleyi daha işaret ediyordu. 

Recep Tayip Erdoğan da zaten muhafazakar kesimin içinden geliyordu ve bunun yanına Kürt meselesine çözüm aramayı da sıradışı ve ezber bozan bir dil ile dillendirince; bir anda Türkiye’de yeni bir siyasi atmosferin fitilini ateşledi. 

Özellikle 2014 yılına kadar, git-gelli bir süreç işlese de Ortadoğu’nun hepsini etkileyebilecek Kürtlerin hak ve özgürlükleri meselesinde ilerleyen bir süreç işledi. 

Toplumda yaşanan temel sorunlara çözüm arayışını, demokratik zeminde sürdürmenin verdiği rahatlıkla beraber, o enkaz olarak devralınan Türkiye ekonomisi, belki de Türkiye tarihinin en iyi dönemini yaşamasını sağladı. 

Ama ne olduysa umudun ve iyimserliğin en yüksek seviyelere çıktığı “çözüm süreci” ile de Kürt halkının haklarının tanzim edilmesi umudu tam da pekişiyorken oldu. 

Çözüm süreci bitti (sorunlar süreci başladı), 2015’te “darbe girişimi”, sonrasında sıkı yönetim ilanı, KHK’lar ve hala devam eden o geri gidiş…

2015’ten sonraki süreç, adeta AK Parti’nin, o döneme kadar büyük mücadele ve emekler verdiği kuruluş değerlerine de karşı olan ve 2000li yılların öncesine benzer bir anlayışa doğru, geriye gitme, demokratik değerlerin yok sayıldığı, kötü işleyen hukukun,  daha da geriye gittiği, kimsenin kendini güvende hissetmediği, çözüm ve değişime olan inancın da gittikçe zayıfladığı bir ters yöne girdi-gidiyor.

Yani ezilenlerin, ötekileştirilenlerin sorunlarını cesurca ele alarak büyüyen o parti, artık gittikçe halkın ve ezilenlerin partisi olmaktan çıkıp devletçi bir politikaya evrilmiş parti duruma dönüştü. 

AK Parti’nin kurucu kadrolarından nerEdeyse kimse kalmadı zaten. 23. kuruluş yıldönümünde, bu geriye gidiş eski AK Parti kadroları tarafından da dile getirildi ve değişim vurgusu yapıldı. Aslında Abdülkadir Selvi de sık sık bu ihtiyaçtan bahsediyor.  

MHP ile yapılan ittifakın toplumsal barışa ve çözüme büyük zaraları oldu, oluyor. O ittifakla beraber artık AK Parti de ilk başta karşı çıktığı tekçi, statükocu ve “toplumun taleplerine rağmen politikaların” bir parçası ve savunucusu haline geldi. 

Toplumsal sorunları görmezden gelen ve çözüm aramayı erteleyerek daha da derinleştiren ve sürdürülebilir olmayan bu politik gidişten ne için, ne umulduğu bilinmiyor. Ama dünyanın en zengin kültürel zenginlik mozaiğine sahip bu coğrafyada, Türkiye’nin kuruluşundan beri, toplumsal bir mutabakatın henüz olmadığı kesin olarak ortada duruyor.  

Ortak bir toplumsal mutabakat arayışı için umut veren AK Parti iktidarı dönemi oldu. Ama kritik eşiklerde militarist yöntemler yine “toplumsal barış ve uzlaşı” yoluna keskin kılıç gibi indi ve yapılan atılım ve kalkınma girişimleri geriye doğru evrildi. Şimdi hepimiz birbirimize şüphe, korku ve güvenden yoksun gözlerle bakıyoruz. “Güvenlikçi” politikalarla işletilen “düşman hukuku” gölgesinde öngörüden yoksun ve umutsuz bir tabloyuz.