Devletin ideolojisi olmamalı ama bu devletin hala bir dili diğerinin üstünde görme, bir kimliği diğerinin üstünde görme gibi bir ideolojisi var ve bu ideolojinin farklılıklara tahammülü yok.

Türkiye’de, Kürtçe’ye olan tahammülsüzlük, devlet garantisinde sürekli beslenip geliştirilen ırkçı bir kültürün sonucu olarak can yakmaya devam ediyor. Bu kültürden beslenenler, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Kürtçe konuştuğu için, yani kendi dilinden konuştuğu için İş İnsanı Hakim Lokman’ı kamu alanında katlettiler. 

Kendisine başkalarının konuşacağı dili, giyeceği elbiseyi, kısacası yaşam biçimini belirleme hakkı gören bu ideolojidekilere, ülkedeki yasalar, hükümetler, devlet mekanizmaları ve medya da destek ve cesaret veriyor. AK Parti hükümetleri döneminde atılan adımlara da bir meydan okuma olan bu uygulamaların yine bu hükümet döneminde devam etmesi de manidar. 

Bugün devletin kanalı olan TRT Kürdi’de Kürtçe yayınlar yapılmaya devam ediyor, devletin ajansı Anadolu Ajansı Kürtçe diliyle de haber yapıyor ama Kürtçe’ye karşı tahammülsüzlük ve saldırılar da hem resmi ellerle hem de günlük yaşamın birçok alanında devam ediyor.

Öte yandan, Türkiye’de beş devlet üniversitesinde Kürt Dili ve Edebiyatı üzerine lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimleri yapılmakta; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Kürtçe öğretmen atamaları gerçekleştirilmekte ve hatta Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü mensupları bile Kürtçe eğitim almaktadır. Ancak bu adımlar bile, toplumun geniş kesimlerinde Kürtçe’ye karşı var olan önyargı ve tahammülsüzlüğü engelleyememektedir.

Tam da konuya bu girişi yapmışken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’ın Hakim Lokman olayıyla ilgil açıklaması önüme düştü.

Sayın Yılmaz, açıklamasında olayın Kürtçe konuşmakla alakası olmadığını, Hakim Lokman’ın Batmanlı bir vatandaş tarafından öldürüldüğünü, Kürtçe konuşan vatandaşa karşı böyle bir şey yapılırsa kendilerinin de karşısında duracağını ve sorumluların cezalandırılacağını ifade etmiş.

Yukarıda bahsettiğim Kürtçe konusunda hükümetin attığı adımlara da değinen Sayın Cevdet Yılmaz, resmi açıklamaların beklenmesi gerektiğine vurgu yaparken Türkçe’nin “resmi ve ortak dilimiz” olduğunu da tekrardan hatırlatıyor. 

Kürtçe konuşanları koruyoruz derken bile, Türkçe’nin “resmi ve ortak” dil olarak vurgulanması, Kürtçe’nin de “anadil” olduğunu ama resmi ve ortak dil olmadığını hatırlatmış oluyoruz.

Peki neden Kürtçe resmi dil değil, neden ortak dilimiz Türkçe olmak zorunda ve neden bir Kürt, Türkçe bilmek zorunda, Türkçe konuşmak zorunda? Bu hak mıdır, haksızlık mıdır? 

Örneğin, hâlâ işletilen Anayasa'nın 216. maddesindeki sadece Kürtçe konuşanlara ve Kürtlere uygulanan “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etme suçu” neden Kürtlere yapılan ırkçı saldırılarda uygulanmıyor ve münferit olaymış gibi gösteriliyor her seferinde?

Devletin ideolojisi olmamalı ama bu devletin hâlâ bir dili diğerinin üstünde görme, bir kimliği diğerinin üstünde görme gibi bir ideolojisi var ve bu ideolojinin farklılıklara tahammülü yok. 

Bir çocuk kayboluyor, hâlâ kayıp olan Narin’den bahsediyorum; sosyal medyada bir sürü ırkçı söylem ve saldırı yapılıyor ama bunları yapanlar devletin ideolojisini işlettiği için hiçbir adli makamın bunları yakalayıp ceza uyguladığını duymadım.  

Bilmiyorum, tahammülsüzlüğün ve ırkçı saldırıların önlenmesi için kaç Kürtçe konuşanın daha öldürülüp linç edilmesi gerekiyor, kaç kişi daha Kürtçe şarkı söylediği ve halay çektiği için gözaltına alınıp tutuklanması gerekiyor, kaç deplasmanda daha Amedspor’a saldırı yapılması gerekiyor ama bilenlere sormak istiyorum: Bu hep böyle mi sürecek?