Hukuk tarihi, aslında bir nevi siyasal iktidarın yetkilerinin sınırlandırılması tarihidir.

Magna Carta 19 Haziran 1215 tarihinde Ruhban sınıfı ve İngiliz Aristokratları ile İngiltere Kralı John arasında imzalanan bir belgedir. Bu belge ile Kralın tek taraflı vergi koyamayacağı, yeterli delil olmadan insanların keyfi suçlanmayacağı, her özgür vatandaşın adaletten yoksun bırakılmayacağı şeklinde hükümler düzenlenmiş. Özü itibarıyla bu belge ile Kralın yetkileri sınırlandırılmış oluyor. Bundan dolayı, Çağdaş Anayasacılığın tarihi Magna Carta’ya kadar uzanır. Bir nevi Anayasacılık akımının nüvesi sayılıyor.

Hukuk tarihi, aslında bir nevi siyasal iktidarın yetkilerinin sınırlandırılması tarihidir. Magna Carta ile başlar, günümüz Çağdaş Demokratik Hukuk Devletlerine kadar gelir. Hukuk da diğer tüm bilim dalları gibi sürekli değişim ve gelişim içindedir. Toplumsal dinamik, hukuk dinamiğini de beraberinde getiriyor. Hukuk aslında iktidara karşı yurttaşın haklarını güvence altına alır. Bir yandan iktidarın yetki sınırlarını tayin ederken, öte yandan vatandaşın haklarını teminata bağlar. 

 İktidarı sınırlandıran, başlıca değer hukuktur. Bunun yanında kamuoyu, Parlamento, sivil toplum ve yargı, siyasi iktidarın hukuk içinde kalmasını sağlamak için oluşturulmuş kurumlardır.

  Siyasal iktidarlar, kendilerini hukukla sınırlandırdıkları ölçüde Hukuk Devleti gerçekleşir.

Türkiye’de hiçbir zaman hükümetler hukuk sınırları içinde kalmamışlar. Hemen her dönem, hukuk, en başta hükumetler tarafından bertaraf edilmiştir. Kamu gücünü kullanan kesim hiçbir müeyyide ile karşılaşmadan, hukuku ihlal edebilmiş. 27 Mayıs ve 12 Eylülde ordu, Anayasayı ortadan kaldırmış. Ceza müeyyidesi ile karşılaşmadıkları gibi, ödüllendirilmişler. Darbeciler, istedikleri gibi Anayasa yapıp, kendilerini de Anayasa koruyucusu olarak ilan etmişler. Yanı sıra başta Cumhurbaşkanlığı makamı olmak üzere, devletin en üst görevlerini kendi aralarında pay etmişler. 

Türkiye’ de hükümetler hukuku kendilerine ayak bağı gibi görmüşler. Bazen “ Anayasayı bir kez ihlal etmenin “ sorun yaratmayacağını açıkça söylemişler.  Bazen Anayasal güvenceler fiilen ortadan kaldırılmış.1993-1997 yılları arasında binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Failler gayet beli ve bilinen kişilerdi. Ödüllendirildiler, terfi edildiler. Oysa o zaman da “adam  öldürmek “ suçtu. Fakat o dönemin hükumeti Kürtleri öldürmeyi meşru saydı. Ondan sonra gelen hükumetler de, o dönemin katillerine dokunmadılar. Bu gün de hükumet bazı yargı kararlarını yerine getirmiyor…

2017 de yapılan Anayasa değişikliği ile, tek adam rejimi getirildi. Hesap verme dönemi büsbütün kapandı. Tüm yetkiler tek bir kişide toplandı. Hükümetin yetki sınırları Anayasa ve yasalarla vatandaş aleyhine genişletilmiş oldu. 

Hükumet ,yeni bir Anayasa ile  yetkilerinin sınırlandırılmasını, istenmiyor. Şeklen sivil ama madden daha otoriter bir Anayasa tasarlanıyor. 100 yılı aşkın zamandır, asimilasyona tabi tutulan Kürtlerin haklarının Anayasal güvenceye bağlanması hususunda ne hükumet kanadından ne de Ana Muhalefet partisinden bir olumlu öneri yoktur. Hükümet, özellikle yetkilerinin sınırlandırılmasından, hesap vermekten kaçınıyor. Tüm bu nedenlerle, hükumetin bu girişiminden,bir Magna Carta çıkamaz. Bundan dolayı da hükumetin Anayasayı değiştirme  girişimi, kamuoyunda hiçbir beklenti ve heyecan yaratmamıştır.

Türkiye de siyasal zemin Magna Cartaya hazır değildir.   Halk hem siyaset kurumunun hem de hükumetin fersah fersah gerisindedir. Bu şekilde, ülkeye özgürlük gelir mi?