Türkiye’de yasalar açıkta Kürtlere karşı olamıyor. Ama örtülü olarak bir Düşman Hukuku uygulanıyor. Buna karşı yapılacak şey, meşru mücadeleden ayrılmadan, güçlü ve Kürtlerin kolektif haklarını hedefleyen bir siyasi akım yaratmaktır.

AMED TIMES - Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş ideolojisini İttihat ve Terakki’den almaktadır. İttihat ve Terakki de, Jön Türk hareketi gibi, önce meşrutiyetçi bir hareket olarak doğdu. Osmanlının dağılması için çareler aradı. Başta, farklı etnik yapıları bir arada tutmanın  çaresini Meşrutiyette (Anayasal bir monarşide) aradı. Sonra İslam dininde, daha sonra ise Turancılıkta, (Türk Dünyasının birliğinde) Türkçülükte aradı. Ekim devriminden sonra Orta Asya Türklerinin hemen tamamına yakını SSCB sınırları içinde kalınca, Turancılık da yerini Ünirter Türk Devleti ideolojisine bıraktı.

Çok ilginçtir, İttihat ve Terakki, kuruluşunda en büyük sermaye desteğini Selanik Yahudi Tüccarlarından aldı. Bunun da siyasal arka planı vardı. II Abdülhamit Filistin’de özel mülkü olan toprağı Yahudilere satmayı kabul etmemişti. Saltanat, bir Yahudi Devletinin Kurulması önünde en önemli engel olarak görülüyordu. Saltanatı İttihat ve Terakki Hareketi kaldırabilirdi. Halifelik de Hindistan’da İngiliz Sömürgeciliğini zora sokabiliyordu. İngilizler de Halifeliğin kaldırılmasını istiyordular.

Kürtler İslam ümmetinin bir unsuru olarak, İngiliz ve Fransızlarla İşbirliğini kabul etmemişlerdi. Anadolu’da İşgale karşı hiçbir kımıldama yokken, Kürdistan Coğrafyasında İngiliz ve Fransız İşgaline karşı ciddi direnişler başlamıştı. Fakat Kürtler bu direnişleri, milli bir düşünceden ziyade, ağırlıklı olarak Osmanlıya bağlı, İslami düşüncelerle başlatmıştı. Kürtlerin bu direnişleri sırasında bile, İttihat ve Terakki, Kürtleri devlet için bir tehdit algısı olarak görüyordu. Kürdistan ismiyle kurulan Dernekleri, hemen zararlı dernekler listesine koydular. Bir yandan da  Kurulacak bir Ermenistan devletinin, Batı  destekli olacağını ve tüm Kürdistanı kapsayacağı propagandası yaptılar. (Bu konu tarihçilerin ele alacağı detaylı bir konu)…

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, aslında hem İngilizlerin, hem Yahudilerin hem de yeni Kurulan SSCB’nin aktif desteğini arkasına almıştı. Kurulacak devlet için, model olarak Üniter Devlet modeli benimsendi. Devletin, ülkesi içinde olan herkesin Türk olması hedeflendi. Türk olmayı kabul etmeyen Kürtlere karşı, tarihte eşi benzeri görülmemiş katliamlar uygulandı. İşte Zilan, işte Dersim, Sason ve daha niceleri. Bir yandan katliamlar yapılırken,öte yandan da son surat asimilasyon projeleri devreye konuldu. Fakat Anadolu’da en büyük etnik yapı Kürtlerdi. Ne katliamla, ne de asimilasyonla bitmediler. Cumhuriyetten bu yana milyonlarca göçmen Kürdistan coğrafyasına yerleştirildi. Kürtler çeşitli İskan kanunları ve Takriri Sükunlarla Anadolu’nun her köşesine sürüldüler. Öyle ki tüm Anadolu’da demografik yapı değiştirildi. Fakat Kürtler bitmedi. Tüm göçmen, sürgün, katliam ve asimilasyon politikalarına rağmen bu gün halen Türkiye nüfusunun 1/3’üni Kürtler oluşturuyor.

Tomas HOBES der ki, “Devletler, birbirlerine karşı kılıçlarını kaldırmış gladyatörler gibidir.” Bununla Devletlerin, bir birleri için güvenlik tehdidi oluşturduğunu söylemek istiyor. Türkiye devletinin yönetici erkanı ise Kürtleri, devlet için en büyük güvenlik tehdidi olarak görüyor. Kürtlerin her türlü hak talebini, bir güvenlik tehdidi olarak algılıyor ve şiddetle bastırmaya çalışıyor. Türkiye’de tüm demokratik kurum ve kurallar Kürt Güvenlik Tehdidi algısıyla mahduttur. Konu Kürtlerin taleplerine gelince, her türlü demokratik kural ve değerler bir anda rafa kaldırılabilir.

Bu günlerde Platforma Kürdên Azad aleyhine başlatılan operasyon, bu platformun yasa dışı eylemlerinden kaynaklanmıyor. Şiddet içermeyen, sivil ve demokratik bir yapı, “Kürt olduğu için, güvenlik tehdidi” yaratıyor. Evrensel Hukuk normlarına göre, soykırım ve etnik temizlik suçtur. Bundan dolayı Türkiye’de yasalar açıkta Kürtlere karşı olamıyor. Ama örtülü olarak bir Düşman Hukuku uygulanıyor. Buna karşı yapılacak şey, meşru mücadeleden ayrılmadan, güçlü ve Kürtlerin kolektif haklarını hedefleyen bir siyasi akım yaratmaktır.