İşte tüm bunlara bakarak, kendi içimizdeki barışın sağlanması için bizi bir birimize düşürenlerle mücadele etmemiz şarttır. 1 Eylül, sadece ülkeler arası değil, tüm bireylerin mikro yaşam alanlarında bile sağlanması gereken barışın adıdır, aslında.
Savaşlar, yıkımlar, katliamlar ve dayatmalarla dolu bu çağın içerisinde barış gününü kutlamak kimilerine göre saçma gelebilir. Silah tacirlerinin ve savaş lortlarının doymak bilmeyen hırslarına karşı her zaman barışı savunmak ve 2. Dünya savaşının başlama tarihi olan, 1 Eylül gününde barışı haykırmak gerekmektedir.
Varşova paktına bağlı ülkelerin ortak kararı olarak; "1 Eylül Barış Günü" olarak ilan edilmiştir. Dünya savaşlarında yaşanan, kan banyosunu engellemek ve barışı kalıcı olarak tesis etmek amaçlı, alınan bu karar insanların barışa olan hasretini meydanlarda haykırmaları için ilan edilmiş bir gündür.
Barış denince aklınıza sadece ülkeler arası savaşları önleme çabası gelmemeli. İnsan kendiyle, ailesiyle, çevresiyle ve kendinden olmayan herkesle barış içinde olmalı aslında. Maalesef bu, o kadar basit olmaya biliyor. Çünkü egemen güçler, sömürgeciler, adına her ne deniliyorsa, işte onlar, savaşlardan nemalananlar için barışı bozmak adına, ellerinden geleni yapmaktadır.
Bir ülkede barış içinde yaşayan halklar varsa, o ülkeyi yöneten diktatör zihniyet bundan ziyadesiyle rahatsız olur. Kargaşa bazı yönetimler için bulunmaz bir nimettir. Ülkede birbirine düşman iki veya daha fazla halk kitleleri varsa yolsuzluklar rahatça gizlene bilir, devlet adına işlenen cinayetlerin üstü kapatılır, insanlar içlerinde bulundukları kötü koşulları sineye çeker ve tamamen ona hedef gösterilen düşmana yoğunlaşır. Bu düşman farklı bir ırk, farklı bir mezhep veya farklı bir dinden olan insanlardır genelde.
Düşmanlık tohumları ekilir ve yönetim perde arkasında her türlü ahlaksızlıkla harmanlanırken, sahada halkın birbirine olan öfkesi tetiklenir. Ülkemizde bunun binlerce örneği mevcuttur, tüm dünyada ki örneklerin yanında. Öyle bir hal alır ki bu durum, aynı mahalledeki komşularımızı, öldürmek bile isteriz, sırf başka bir ırktan diye.
Son zamanlarda, gündemde, bunlar gibi örnekler var. Yaklaşık on gündür gündemi meşgul eden, henüz sekiz yaşında Narin isminde bir kızın, Diyarbakır'da ki köyünde ansızın ortadan kaybolması mesela. Bu kayıp ve kızın Kürt olması, bazı kafatasçı çevrelere aşağılık propagandalarını yapmalarında bir zemin oluşturdu. Sosyal medyada bu küçük kızı, teröristlik ile itham edenler, hakaret edenler ve bu kızın üstünden tüm Kürt ulusuna küfürler yağdıranlar bile vardı. Sakarya Amed spor maçına yüzlerinde dönemin faşist tetikçisi Yeşil kod adlı katilin maskesiyle katılan, Sakarya spor taraftarlarını sosyal medyada, sanki bu yaptıkları çok güzel bir şeymiş gibi öve öve paylaşım yapanlar vardı, mehter marşı eşliğinde. İstanbul’da toplu taşımanın içerisinde, toka satan küçük Suriyeli bir çocuğu tokatlayan yaratık gibilerini, bu örneklere dâhil edebiliriz.
İşte tüm bunlara bakarak, kendi içimizdeki barışın sağlanması için bizi birbirimize düşürenlerle mücadele etmemiz şarttır. 1 Eylül, sadece ülkeler arası değil, tüm bireylerin mikro yaşam alanlarında bile sağlanması gereken barışın adıdır, aslında. Kendimizle barışamazsak, dünyaya barış öğütleyemeyiz. Egemenlerin en korktuğu şey, birbirini ırkına, inancına ve mezhebine rağmen koruyup kollayan halk kitleleridir.
Bunu çok yakın zamanda gezi direnişinde yaşadık. O meydanda birbirine tamamen zıt olan siyasal fikirde insanların tomalardan sıkılan ilaçlı suya karşı birbirlerine siper olduklarını gördük. Bu öyle bir korku saldı ki hala o günlerden korktuklarını dile getirirler dolaylı olarak. Halk yığınları bilinçli kitlelere dönüştüğünde kimse duramaz karşısında bu selin. Bilinçli kitle tüm iktidarların korkulu rüyası olmuştur her zaman.
Martin Luther diye bir adam, çıkar, verdiği mücadeleyle halkı bilinçlendirir ve Almanya aydınlanma çağına girer. Ümitsizlik, yılgınlık içinde yaşmaktansa korkmadan, mücadele ederek, barışı ve özgürlüğü elde etmek gerekir.
1 Eylül dünya barış günü meydanlarda, sokaklarda ve her alanda barış için taleplerimizi haykırarak dile getirmektir. Baskıcı rejimler iki aynı ırktan insanların, birbirini savunmasında çoğu zaman bir sakınca görmez, onlar için asıl tehlike farklı ırktan insanların birbirini savunmasıdır.
Örneğin bir Türk, bir Kürdü savunduğunda bunu düzene başkaldırı olarak algılar devlet kademeleri. Onlar için en tehlikeli insan tipi budur. Hoşgörü, saygı ve sevgi kelimeleri, baskıcı rejimler için halkta olmaması gereken şeylerin başında gelir. Bunlar olmazsa ülkede bir kargaşa çıkarıp gemilerini yürütmeleri daha kolay bir hal alır.
Barışı, hoşgörüyü, saygıyı ve sevgiyi korumak her şeyden önce bir insanlık görevidir. Dünya sahnesinde, bu kadar katliam varken, insanlar ve hayvanlar bir hiçmiş gibi kolayca harcanıyorken, barışı haykırmak, bir görevdir. Doğayla barışık olmak, çevremizle barışık yaşamak ve savaşlarla katliam yapanları lanetlemek, onlara karşı duruşumuzu bozmadan mücadele vermek, insan olmamızın gerekliliğidir. Tüm dünyaya mutlak bir barışın gelmesi dileklerimle.
Yaşasın 1 Eylül dünya barış günü
Yaşasın Halkların kardeşliği