Bu sistemde cumhurbaşkanlığı, yetkileri sınırlı tutulan ve belirli bir çerçeve içinde hareket edebilen, üzerinde (ve yanında) çok sayıda sistem içi kontrol mekanizması olan bir makam. Bu kurumsal dengeler açısından bakıldığında, Pezeşkiyân gibi ılımlı bir ismin cumhurbaşkanı olmasıyla İran’ın şimdiye kadarki iç ve dış politikasında ciddi değişimler olabileceğini düşünmek, gerçekçi olmaktan ziyade, iyimser ve temelsiz beklentileri ortaya koyuyor.

İran geçtiğimiz günlerde iki turlu bir cumhurbaşkanlığı seçimi yaşadı. Bir önceki cumhurbaşkanı İbrahim Reisî ve beraberindeki heyeti taşıyan helikopterin 19 Mayıs 2024’te ülkenin kuzeybatısında kazaya uğrayarak düşmesi ve ölümleri üzerine yapılan seçimlerde Mesud Pezeşkiyân ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu.

Bu yazıda Pezeşkiyân’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin İran’daki iç siyasi dengeler ve dış politikanın yürütülmesinde nasıl bir değişim ve dönüşüme yol açabileceğini, beklentilerin gerçekçi olup olmadığını ele alacağım:

İç siyasi dengeler ve iç politikaya dair denklem

  • İran’daki politik sistem, bir kısmı halk tarafından seçilen daha ikincil düzeydeki yetkililer (cumhurbaşkanı milletvekilleri, Uzmanlar Meclisi üyeleri) ile Uzmanlar Meclisi tarafından ömür boyu makama seçilen Rehber (Dini Lider) ve onun tarafından doğrudan atanan üst düzey bürokrat ve yöneticilerden oluşan karma bir yapıya sahip. Rehber, anayasal olarak cumhurbaşkanının da üzerinde konumlandığı için, devletin tüm iç ve dış siyasetini, güvenliğe ilişkin kararları ve yasama, yürütme, yargı gibi tüm erkleri tam olarak kontrolünde tutuyor. 
  • Bu sistemde cumhurbaşkanlığı, yetkileri sınırlı tutulan ve belirli bir çerçeve içinde hareket edebilen, üzerinde (ve yanında) çok sayıda sistem içi kontrol mekanizması olan bir makam. Bu kurumsal dengeler açısından bakıldığında, Pezeşkiyân gibi ılımlı bir ismin cumhurbaşkanı olmasıyla İran’ın şimdiye kadarki iç ve dış politikasında ciddi değişimler olabileceğini düşünmek, gerçekçi olmaktan ziyade, iyimser ve temelsiz beklentileri ortaya koyuyor.
  • 1979 Devrimi’nden beri komşuları ve Batılı ülkelerle ciddi sorunlar yaşayan, hem içeride memnuniyetsiz kitlelerin dönem dönem yarattığı sorunlarla mücadele eden, hem de bilhassa kapsamlı yaptırımlardan dolayı ciddi ekonomik sorunlar yaşayan İran’daki politik sistem açısından, seçimlerin meşruiyeti ve halk desteği büyük önem taşıyor. Yaşanan toplumsal huzursuzluklar ve ekonomik sorunlarla azalan umutlara ve beklentilere paralel olarak, son yıllarda seçimlere katılım oranları da ciddi ölçüde düşüş içinde. %30’lar, 40’lar seviyesindeki katılım oranlarının hem içeride toplumun devrime desteği hem de dışarıda rejimin itibarı açısından soru işaretleri yarattığı gözlemleniyor. 
  • Bu şartlar altında, toplumun önemli bir kesimini temsil eden muhalif/Reformcu kitlelerin seçimlerde temsili açısından, kendilerine yakın iddialı isimlerin adaylığı büyük önem taşıyor. 2021 seçimlerinde dikkate alınmayan bu hassasiyet, 2024 Haziran ayındaki ilk tur seçimlerde katılımın %40’a düşmesiyle alarm zillerini çaldırdı. Her ne kadar ikinci turda bu oran %50 bandına yükseldiyse de bu yükselen katılım, Pezeşkiyân gibi ılımlı bir ismin kitlelerde (kadınlar, gayrimemnun gençler, muhalif şehirli orta sınıflar, etnik ve mezhepsel azınlıklar vd.) bir nebze de olsa karşılık bulmasından kaynaklanıyor.
  • Eylül 2022’de Mehsa Emini’nin “ahlak devriyeleri / geşt-i irşâd” tarafından gözaltına alındıktan sonra devlet kontrolü altında tutulduğu sırada hayatını kaybetmesi ve sonrasında ortaya çıkan kitlesel protestoların, seçimlere katılımı olumsuz etkilediği ve toplumsal sözleşmeyi sarstığı aşikâr. Ilımlı kimliğiyle Pezeşkiyân döneminde devlet-toplum ilişkilerinde bir miktar rahatlama olabileceği beklentisi söz konusu. Esasen Reisî döneminde bir ölçüde gevşeyen bu yöndeki baskının biraz daha gevşetilmesi ve konunun tamamen gündemden çıkmasa da en azından soğumaya bırakılması olası.
  • Bir başka beklenti de Tebrizli bir Türk olarak Pezeşkiyân’ın ülkedeki azınlıklar (bilhassa Sünni kimlikli Kürtler, Beluçlar, Araplar, Türkmenler vd.) üzerindeki baskıları ve merkeziyetçiliği azaltması. Bu beklentiyi son derece irrasyonel ve gerçeklikten kopuk buluyorum. Zira 1979 Devrimi’nden de önce 1920’lerin başından itibaren, yani bir asırdır kurulan merkez-çevre ilişkisi etnik politikalarda ve merkeziyetçilik konusunda herhangi bir esnemeye imkân vermeyecek düzeyde sert ve otoriter karakterde. Değil cumhurbaşkanı gibi ikinci düzeyde bir yönetici, bizzat Rehberlik makamında yaşanacak bir değişimde bile bu stratejik önceliğin değişebileceğine şahsen ihtimal vermiyorum.

Dış politika ve nükleer programa dair bölgesel/uluslararası dengeler

  • İran’da gerek iç gerekse dış siyasetin belirlenmesinde, anayasanın amir hükümleri gereği, oldukça güçlü ve her şeyin üzerindeki Rehberlik makamının yanında, Meclis ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi kritik bir konuma sahip. Yeni cumhurbaşkanının, mevcut oluşum şartları içerisinde ideolojik ve katı Muhafazakar bir çizgide teşekkül eden bu kurumsal yapıların rağmına, bambaşka bir iç siyasi konfigürasyon ve mevcuttan tamamen farklı bir dış politika izlemesini beklemek kesinlikle gerçekçi değil. Teorik ve kurumsal kısıtlılıkları, 45 yıllık İran İslam Cumhuriyeti uygulamalarını dikkate almadan yapılan, iç ve dış politikada olabilecek değişim hatta dönüşümlere dair bu tür yorum ve değerlendirmelerin ciddi bir süzgeçten geçirilerek okunmasında fayda görüyorum.
  • 1970’lern sonundan itibaren, Humeyni’nin devrimci söylemlerinden ve bölgedeki Şii topluluklara velâyet-i fakih doktrinini ihraç etme girişimlerinden beri oluşan düzlemde, İran bugün Ortadoğu’da en önde gelen bölgesel güç pozisyonuna erişmiş durumda. Üstelik bunu ne olduğu belli olmayan ve olgusal zeminini bile muğlak bulduğum “yumuşak güç” unsurlarına değil, doğrudan askeri güce ve Şiiliğin dönüştürücü söylem/eylem üstünlüğüne sıkı sıkıya bağlamış durumda. Bu çerçevede Irak, Yemen, Suriye, Lübnan gibi dört ülkedeki tartışmasız en büyük dış aktör İran olduğu gibi, Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli direniş yapılarının silah ve lojistik desteği çok büyük oranda İran tarafından karşılanıyor. Bazı İranlı muhafazakâr yetkililerin gururla ifade ettiği üzere, Ortadoğu’daki dört (Arap) başkentinde İran bugün doğrudan hâkim durumda.
  • Böylesi bir bölgesel konjonktürde, İran milli gururunu da okşayan bu tablonun değişmesini beklemek kesinlikle gerçekçi değil. Aynı tablo İran nükleer ve balistik füze programları açısından da geçerli: İran’ın 45 yıldır azimle takip ettiği savunma sanayii stratejisinin belkemiğini oluşturan bu iki askeri program ve aktif/ön alıcı dış politika üzerinde İran’da Reformcu ve Muhafazakâr kanatlar arasında çok ciddi perspektif farklılıkları olduğunu söylemek mümkün değil. Reformcu politik elitlerin küçük bir kesimindeki itirazlar ise bu genel dış politik çerçevenin usul ve esasına dair değil, yaptırımların hafifletilmesine dönük pratik tedbirlerle ilgili taktik söyleme dayanıyor.

Esasen 2020 Ocak’ta ABD saldırısında öldürülen bu aktif dış politikanın mimar ve uygulayıcılarından General Kasım Süleymani’ye hem kişisel yakınlığı hem hayranlığı bilinen Pezeşkiyân’ın bu politikayı değiştireceğine dair somut bir emare de göremiyorum.

  • Türkiye ile ilişkilerse daha ziyade tarihsel arka plan ve stratejik kültür temelinde şekillendiği için (mezhepsel faktörler de bunun çok önemli bir bileşeni), herhangi bir cumhurbaşkanı değişiminde bugünden yarına değişip dönüşecek bir çerçeveye sahip değil. Pezeşkiyân’ın Türk olması ve Türkçe konuşmasından kaynaklanan romantik beklentiler, realpolitikin ve jeopolitik rekabetin soğuk gerçekleriyle ilk ortaya çıkacak somut kriz anlarında rasyonelleşecek ve daha gerçekçi bir zemine kavuşacaktır. 

Bu noktada, İran’ı zaten 35 yıldır Rehber / Dini Lider olarak Türkçe konuşan bir Tebriz Türkü’nün (Ayetullah Ali Hamaney) yönettiğini, cumhurbaşkanlığına bir başka Türk’ün seçilmesinin büyük bir anlam ifade etmeyeceğini söylemek sanıyorum yeterli olacaktır.