Zamanın ruhu değişiyor; bu değişimle birlikte iletişim biçimlerimiz de dönüşüyor. Artık bir ekran aracılığıyla binlerce kişiye ulaşmak mümkün. Mesajlar saniyeler içinde iletiliyor, görüntüler anlık olarak paylaşılıyor. Ne var ki bu hız, bizi birbirimize yaklaştırdığı kadar, bir o kadar da uzaklaştırıyor.
Bugün hemen hepimizin cebinde bir “iletişim makinesi” taşıyoruz. Akıllı telefonlar sayesinde her an her yerdeyiz. Fakat bu “her yerde olma” hâli, çoğu zaman “hiçbir yerde olamama”ya dönüşüyor. Aynı masada oturup göz göze gelemeyen, aynı evde yaşayıp birbirini duyamayan insanlarla dolu bir çağdayız.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın kavramsallaştırdığı gibi, çağımız bir “akışkan modernite” dönemidir. Her şey geçici, değişken ve hızla tüketilebilir. İlişkilerimiz bile bu dalgadan nasibini alıyor. Bağ kurmak yerini “takip etmeye”, sadakat yerini “anlık ilgiye” bırakıyor. Hız, bizi derinlikten koparıyor.
Oysa iletişim, yalnızca söz söylemek ya da mesaj atmak değildir. Gerçek iletişim; anlamak, empati kurmak, karşımızdakini hissedebilmek demektir. Fakat bu beceriler, algoritmalarla yönetilen dijital platformlarda köreliyor. Karşımızdaki bir profil resmine, bir kullanıcı adına indirgeniyor.
Sosyolojik açıdan bakıldığında, birey yalnızca birey değildir; bir topluluğun, bir kültürün, bir hikâyenin parçasıdır. Her bireyin görünmeyen sosyal bağları, değerleri, geçmişi ve beklentileri vardır. Bu bağlamda dijital dünyanın en büyük yanılgısı, insanı “veri”ye indirgemesidir. Kaç beğeni aldığımız, kaç kişiyle konuştuğumuz, kaç takipçimiz olduğu bir başarı göstergesi gibi sunuluyor. Oysa nitelikli bağ, sayıya değil, içtenliğe dayanır.
Kullandığımız dil de bu denklemde kritik rol oynar. Çünkü dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda düşüncelerimizin şekillendiricisidir. Düşünce ne kadar derin olursa, dil de o kadar özenli olur. Ancak günümüz dijital dili, sıklıkla kısaltmalara, simgelere ve tepkisel ifadelere sıkışıyor. Bu da duygusal inceliklerin aktarımını zorlaştırıyor.
Belki de artık şu soruyu kendimize sormalıyız:
Gerçekten iletişim mi kuruyoruz, yoksa yalnızca bağlantıda mı kalıyoruz?
Yavaşlamaya, dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bazen bir “göz teması”, bir “susarak dinleme” ya da sade bir “nasılsın?” sorusu, onlarca paylaşımın yapamadığını yapar.
İletişim teknolojileri gelişebilir, platformlar değişebilir. Ancak insanın insanla kurduğu bağ, zamanın ötesinde bir ihtiyaçtır. Ve bu bağ, en çok da samimiyete, sadeliğe ve içtenliğe dayanır.
Bazen en derin iletişim, sessizce kurulandır.