Daha önceki bir yazımda, İran Dış Politikasında, değişim sinyalleri var, diye yazmıştım. Görünen o ki, Başta ABD olmak üzere, Batı Dünyası, Orta Doğuda, paramiliter örgütlerin cirit atmasından ciddi bir şekilde rahatsızdırlar. Bitmeyen, savaş ve silahlı çatışmalar, Batıda da istenmeyen sonuçlar doğuruyor.
Savaş ve şiddet, daha çok insanın doğudan Batıya göçüne neden oluyor. Bu durum hem demografik yapıların değişimine neden oluyor, hem de emek piyasasını, çalışan kesim aleyhine ciddi bir şekilde bozuyor. Öte yandan, Batı, bundan sonra, bundan daha fazla, ekonomik kaynaklarını gelen göç akımına tahsis etmek istemiyor. Mevcut göç ve göçmen sayısı, Kavimlerin Göçü gibi, Batı için ciddi tehdit olmaya başladı. Bir yandan artan yabancı düşmanlığı, öte yandan gelişen ırkçı, şoven siyasal akımlar, Batının hümanist değerlerine büyük zarar verme potansiyeli taşıyor.
İkinci dünya savaşından sonra, Batı ile Sosyalist Sistem arasındaki soğuk savaş, Orta Doğuda, silahlı Örgütler için uygun zemin oluşturdu. İki taraf da sıcak bir savaşa girmemek için aparat örgütler kullandılar. Şah’ın Monarşik yönetimi, son bulduktan sonra, İran’a egemen olan Şii-İslam Teokratik Mola Rejimi de kendine uygun aparatlarla buluştu, ya da kurdu. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarının yıkılması ile, Soğuk Savaş bitti. Başta Sovyet Sistemine güvenen Sol- Sosyalist ve Komünist hareketler ciddi anlamda kan kaybetti. Yine özellikle AB sınırları içinde mevcut silahlı örgütler, önce izole, sonra da tasfiye edildiler.
Orta Doğuda ise, başta İran olmak üzere, bölge ülkeleri de aparat örgütler eliyle, yıpratma savaşına devam etti. Bu durum, bölgede ciddi bir kaos ortamı yaratmıştı. Batının da bir yere kadar bu kaosa ihtiyacı vardı. Fakat bugün, bu kaos Batıyı da ciddi şekilde rahatsız edince, tasfiye hareketi başlatıldı.
Bu gün İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a karşı başlattığı tasfiye harekatının arkasında, Batının tam desteği vardır. İsrail’in asimetrik gücü, sivillere verdiği zarar elbette ki Batı tarafından da görülüyor. Sivillerin gördüğü zarar Batılı değerlere aykırıdır. Fakat Batı, bataklığın kurutulmasında kararlıdır. Bunun için sivil kayıplara göz yumuyor. Bunun vicdani ve insani boyutu elbette ki vardır. Fakat Kaos yaratan örgütlerin hiçbir hukuki ve insani değeri yoktur.
Dehşet saçan bu silahlı örgütlerin, yaptıklarının önemli bir kısmı, hümanist değerlerle bağdaşmaz. Bu örgütlerin güç kazandığı bölgelerde, istikrar sağlanamıyor. Hukuk egemen olamıyor. Kimin gücü kime yetiyorsa. Lübnan yaklaşık 50 yıldır istikrar bulamıyor. Irak’ta 70 yıldan beri Hukukun Üstünlüğü sağlanamadı. Filisin 1948 yılından beri kan revan içinde. Yanı başımızda Suriye, iç savaştan kurtulamadı. Orta Doğunun en Köklü ve güçlü devletleri olan İran ve Mısır bile istikrar bulamıyor.
Karıncanın eceli geldiğinde, “Kıyamet geldi “ diye feryat edermiş. Orta Doğuda şiddet ile ayakta duran örgütler tasfiye edilince, bunlara dayanarak hüküm süren rejimler ve sırtını bu yapılara dayayan siyasal hareketlerin de hakimiyeti son bulacaktır.
Sonun başlangıcı 3 Ocak 2020’de Kasım Süleymani’nın öldürülmesiyle start aldı. Reisi’nin helikopter kazası, İsmail Haniye’nin bir suikast ile öldürülmesi ve son olarak Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile pek çok lider kadronun öldürülmesi ile doruğa ulaşmıştır.
Görünen o ki, Orta Doğuda Kaosun paydos zili çalmaya başlamıştır. Orta Doğuda silahlı ve şiddet üreten örgütlerin devri kapanıyor. Bu süreç sadece Filistin ve Lübnan’la sınırlı kalmaz. Hoşumuza gitmezse de sürecin hedefinde, güney Kürdistan’daki silahlı Örgütler de vardır. Ya bu örgütler de elindeki silahı bırakıp, devletleşecekler ya da tasfiyeye maruz kalacaklar.
Ufukta yeni bir düzen görünüyor. Bu yeni düzen, eskiyi aratır mı aratmaz mı şimdiden kestirmek zor. Kuşkusuz bu eskinin Kaos ortamından besleneler için bir kabustur.