AMED TIMES - Ortadoğu üzerine akademik çalışmalar yapan Mehmet Akif Koç, 2011’de beri bozuk olan Türkiye - Suriye ilişkilerinin tekrar iyileştirmek için üst düzeyde girişimlerin olduğuna dikkat çekti ve bu ilişkilerin İran-Suriye ilişkisinden bağımsız ele alınamayacağına dair şu ifadeleri kullandı;
“Malumunuz bugünlerde Türkiye ile Suriye arasında 2011'de başlayan iç savaşla birlikte baş gösteren ihtilafın çözümüne dair adımlar atılıyor, atılmaya gayret ediliyor. Fakat burada özellikle önemli olan birkaç hususa vurgu yapmak istiyorum. Birinci olarak Suriye'nin (Baas rejiminin) kendi içerisinde iç mücadeleleri ve Türkiye'ye, İran'a, Arap dünyasına ve uluslararası ilişkilere bakışı ve bunun dönüşümü var, bunun iyi okunması gerektiğini düşünüyorum. İkinci olarak da özellikle karar verici mevkiinde bulunanların ve kamuoyunun dikkate alması gereken husus, Suriye ile İran arasındaki ilişkilerdir”
İran ve Suriye ilişkilerinin stratejik arka planı
İran ve Suriye ilişkilerinin stratejik düzeyde olduğunu ve iki ülkenin 1970’lerin sonunda başlayan bu ilişkisinin, 2006’da yapılan askeri güvenlik anlaşması ve 2014-15’teki gelişmelerle perçinlendiğine vurgu yapan Mehmet Akif Koç, Ortadoğu’daki gelişmelerde, İran ve Suriye ilişkisinin bundan sonra da artarak devam edeceği öngörüsünde bulundu.
“Şimdi Baas'ın kendi içindeki dengelerden çok fazla bahsetmeyeceğim ama daha ziyade Suriye ile İran arasındaki ilişkilerin Türkiye'de, belki çok fazla bilinmeyen arka planından, geçmişinden bahsetmek istiyorum. Özellikle 2011'den sonra, 2014 - 2015 ile birlikte, İran'ın çok aktif olarak sahaya indiği dönem, askeri olarak da bu ilişki daha fazla ön plana çıktı. Ama bunun bir arka planı var.
1979 Devrimi’nden sonra Suriye, Arap dünyası içerisinde Devrim’i alkışlayıp destek veren nadir ülkelerden bir tanesiydi. Arkasından, Humeyni yönetimiyle, yani İslam Cumhuriyeti yönetimiyle Suriye rejimi arasında, Baas rejimi arasında bir yakınlaşma başladı. Bu sadece mezhepsel yakınlıkla yani Nusayrilerin, Hafiz Esad'ın ve Esad ailesinin de da içerisinde olduğu Nusayrilerin Şiilik içi mezhepsel ilişkileriyle tevil edilemeyecek ve sadece bununla anlaşılması çok mümkün olmayacak bir konu. Bunun ötesinde daha jeopolitik bazı meseleler var. Ben onun üzerinde durmaya gayret edeceğim. Türkiye'de aslında zaman zaman konuşulan bir şey var. Yani Nusayrilerin işte Şiilik içerisinde yer alıp almadıkları. Bunun teolojik kısmı var, kültürel kısmı var vs. Ama özellikle 1970'lerin sonunda Lübnan Şiilerinin lideri İmam Musa Sadr'ın, Hafız Esad yönetimiyle işbirliği, onunla yakın ilişkileriyle başlayan yumuşamanın aslında Humeyni’nin de, Humeyni ve yakınındakilerin de dahil olmasıyla, onların da olumlu görüş belirtmesiyle aslında bir nevi Nusayrilerin de Şiilik içinde sayıldığı bir ortak formülle çözüme kavuşturuldu. Ve bundan sonra ilişkiler daha ziyade ortak jeopolitik çıkarlar üzerinden gitmeye başladı.”
8 yıl süren İran - Irak Savaşında Suriye’nin tavrı ile başlayan süreç
Suriye ve İran arasındaki yakın ilişkilerin, 1980 yılında başlayan ve 1988 yılına kadar süren Irak-İran savaşındaki önemine değinen Koç, “1980 Eylül'ünde, Saddam Hüseyin İran'a saldırınca, İran'ın güneybatısından karasal bir işgale girişince, Arap dünyası bunu alkışladı. Hatta Saddam Hüseyin’i II. Ömer gibi, II. Kadisiye Fatih’i falan gibi gören birtakım sloganlar, vardı o dönemde Arap dünyasındaki medyada. Fakat savaş çok uzun sürdü, 1980'den 88'e kadar, 8 yıl sürdü.
Bu süre içerisinde, İran'ın Arap dünyası içerisinde en fazla angajmana girdiği ülke Suriye'ydi. Hatta Irak'la Suriye'deki Baas rejimlerinin arasında bir düşmanlık olduğu için, Suriye de bu düşmanlığı kullandı diyebiliriz. Yani Arap dünyası içerisindeki bölünmede büyük çoğunluk, Arapların büyük çoğunluğu Saddam'ı desteklerken Irak'a karşı Suriye, İran'ın yanında yer aldı. Bu 1982'de Hama ve Humus'taki katliamla da birleşince, Hafız Esad'ın o dönem Suriye'nin içerisindeki Müslüman Kardeşler’e dönük katliamıyla, yukarıdan savaş helikopterleri, aşağıdan tanklarla on binlerce insan öldürüldüğünde; İran'daki yönetim de buna doğrudan ve yüksek sesle bir itirazda bulunmadı.
Zaten savaş şartlarında biraz kazan-kazan ilişkisiydi İran ile Suriye arasındaki ilişkiler. Dolayısıyla burada Suriye, İran'a lojistik ve ekonomik destek verdi. Aynı zamanda askeri destek de verdi. İran da Suriye'nin içinde bulunduğu, Arap dünyasının içerisinde, o dönemki yalnızlıktan biraz kurtaran bir bölgesel işbirliği geliştirdi.”
Suriye bizzat kendi envanterinden İran’a silah ve teçhizat desteği sağladı
Savaş sırasında Suriye'nin İran'a ekonomik avantajlar sağlamasının yanında, askeri ve lojistik destek de vermesinin, iki ülke arasında iki türlü bir angajmanının başlamasını sağladığına dikkat çeken Araştırmacı Mehmet Akif Koç, Suriye’nin o dönem silah temini yapmakta zorluk çeken İran’a Suriye üzerinden çeşitli silahları temin etmeye başladığına dikkat çekiyor.
“Birincisi İran'ın ihtiyaç duyduğu roketler, füzeler, savaş ekipmanları, taşınabilir savaş aletleri. Bunların İran'a temininde, doğrudan Suriye’nin kendi envanterinden verdiği silahlar var. Bunun ötesinde Suriye adına, yani bir süre sonra Suriye'nin Sovyetler Birliği ile ilişkilerinden dolayı, silah ihracatının Kremlin’den onaylanması gerekmekteydi. Şam'daki Sovyet askeri ataşelerin, müşavirlerin buna onay vermesi lazımdı vs. Bundan dolayı bir zorluk içine girince bu sefer Suriye adına ithal edilmeye başlandı bu silahlar.
Suriye doğrudan Doğu Bloku’ndaki ülkelerden, Çekoslovakya'dan, Bulgaristan'dan, Doğu Almanya'dan vs. doğrudan kendi adına ama İran’ın parasıyla silah ve teçhizat ithal etmeye başladı. Şam havaalanında, askeri havaalanının içerisinde İran'a ayrılan hangarlarda bunlar depolandı ve ardından İran'a götürdü. Ve Irak’la böylesine problemli olduğu dönemlerde Suriye'nin bu silah yardımı, silah desteği çok büyük bir nefes borusu açtı İran için. Birinci destek buydu” dedi.
Velayet-i Fakih doktrini etrafında yeni işbirlikleri
Bu konudaki detayların, hem 1989'a kadar Humeyni döneminde, Devrim Muhafızları Ordusu’nın kurucusu ve Devrim Muhafızları’ndan sorumlu bakanı olan General Muhsin Refikdust’un hatıralarında, hem de Humeyni’nin çok yakınında yer alan başkomutan vekili Haşimi Rafsancani’nin hatıralarında yer aldığını ifade eden Koç,
“Suriye'nin İran'a sağladığı destek sadece bununla sınırlı değil. İkinci olarak da Şam üzerinden bilhassa Lübnan Şiileriyle ilişkiler var. Malum19 79'un Şubat'ında devrim oluyor. Bundan hemen önce Lübnan Şiileri, Emel Hareketi lideri Musa Sadr'ın Libya'da ortadan kaybolmasının arkasından, Humeyni ve etrafındaki insanlar Lübnan Şiilerini yeniden teşkilatlandırılıyorlar.
Bu gruplar başta Emel Hareketi'nin içindeyseler de daha sonra Emel'den ayrılacaklar ve Hizbullah kurulacak. Hizbullah kurulurken de Emel Hareketi'nin içindeyken de İran'ın Velayet-i Fakih doktrini etrafında bu Şiileri yeniden bir reorganize etme teşebbüsü var. Ve bunu da büyük oranda Suriye üzerinden yapıyorlar. 1980'lerin başında böyle bir ilişki başlıyor. Arkasından 90'larda Hamas'ın teşkilatlanması ve Şam üzerinden desteklenmesi var, sonrasında Filistinli ikinci bir İslami silahlı direniş örgütü İslami Cihad da tıpkı Hamas gibi Şam üzerinden desteklenmeye başlıyor. Ve 11 Eylül dönemine geliniyor.”
İki ülke ilişkileri yeni gelişmelere günceliyor
11 Eylül döneminde ABD tarafından, İran, Irak ve Kuzey Kore “şer ekseni”ndeki ülkeler olarak nitelendirilince, Suriye’nin de Irak'tan sonra sıranın kendine gelebileceğini düşünerek bir açılım politikası başlattığını hatırlatan Mehmet Akif Koç, bunun sonunda da 2006’da İran ve Suriye arasında karşılıklı güvenlik anlaşması imzalandığını ifade etti.
“Bu askeri savunma anlaşmasının aslında ne anlama geldiğini biz 2011 Mart'ta Deraa'da başlayan olaylardan sonra görüyoruz. 2011 Mart'tan sonra Suriye'deki Arap Baharı yavaş yavaş iç savaşa, isyana ve kargaşaya dönüştüğü dönemde bilhassa 2014-15'lerde İran'ın aktif olarak sahaya önce lojistik subayları ve istihbaratçılarını, arkasından da doğrudan askeri birlikleri gönderdiğini, hem Irak'tan, hem Afganistan ve Pakistan'dan Şiileri, hem de İran'daki Şiileri organize ederek gönderdiğini ve Hizbullah'ın da karasal olarak, karadan Suriye-Lübnan sınırından Suriye'deki olaylara müdahale ettiğini görüyoruz. Ve bunun sonucunda 2015 ile birlikte çok aktif bir şekilde bu işbirliği, askeri işbirliği meyvelerini verdi ve muhaliflerin önünde Şam'a Beşşar Esad'ın sarayına birkaç on kilometre kalmışken, yani muhaliflerin ülke içindeki ilerleyişi sonuç üretebilecekken, Rusya'nın hava savunma desteği, karadan da Hizbullah ve İran'ın sahadaki yoğun askeri desteği sayesinde Beşşar Esad tahtında kalıyor, yönetimde kalmaya devam ediyor. Ve bundan sonra da İran ile Suriye arasındaki ilişkiler çok daha yakın bir seyir izlemeye başlıyor. Bu aynı zamanda İran’ın hem Hamas ve İslami Cihad’a desteğinin sağlam bir zeminini sağlıyor, hem de diğer taraftan Hizbullah ile ilişkilerinde daha aktif, daha yoğun bir şekilde Şam üzerinden hareket edilebilmesini sağlıyor. Aslında İranlı bir milletvekili de birkaç sene önce bunu ifade etmiş ve bugün Ortadoğu’da dört başkentin doğrudan İran tarafından kontrol edilip yönetildiğini söylemişti.”
İran 4 başkenti yönetiyor
İran-Suriye ilişkilerinin Ortadoğu’daki gelişmelere etkisini ortaya koyan Koç, İranlı bir milletvekilinin “Orta Doğu'da dört başkent doğrudan İran tarafından yönetiliyor” ifadelerine yer vererek kastedilen başkentlerin Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana olduğunu da izah ediyor.
“Yani bu şu demek değil elbette, bütün bu ülkeleri İran yönetiyor anlamına gelmiyor ama oradaki en büyük karar verici ve belirleyici, oyun kurucu, İran olmuş durumda. Son yaklaşık yirmi yılın içerisinde Suriye'de de bu 2011'deki İç İsyan ve Savaş ile birlikte bu daha da netleşti. Bundan sonrası adına ne olur? Yani Gazze Savaşı bu noktaya gelmişken, İsrail'in Filistinliler karşısındaki saldırganlığı bu noktaya gelmişken, bugün Lübnan'la askeri çatışmalar da farklı bir seviyeye varmış durumda. Her an tam teşekküllü bir savaşa dönüşme ihtimali var, İsrail ile Hizbullah'ın, İsrail ile Lübnan arasında demiyorum, çünkü Hizbullah Lübnan devletinden daha güçlü hâlihazırda. Burada yine Suriye üzerinden bir aktarım var, İran Suriye üzerinden bir yardımda elbette bulunuyor, bulunacak. Tabii İran'ın buradaki avantajı İsrail'le doğrudan bir kara sınırının olmaması. Suriye'nin bu kadar aktif olarak İsrail karşıtı cephede bulunmamasının, aktif olarak ön alanda olmamasının da sebebi, İsrail'de doğrudan kara sınırı olması ve toprakların bir kısmının 1967'den beri, yani yaklaşık olarak 57 yıldır İsrail işgali altında bulunması elbette. Bundan sonrasında ben bu ittifakın, yani bu üçlü ittifakın, İran-Suriye-Hizbullah arasındaki ittifakın, buna Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da katabiliriz, bu yapının bozulabileceğine veya gevşeyebileceğine dair bir emare görmüyorum. Bunun yine bu şekilde devam edeceğini öngörüyorum.
İki ülke arasındaki ilişkilerin derinleşmesine itirazlar sınırlı ve zayıf
Suriye ve İran arasındaki bu ilişkinin fazla ilerlediğini düşünen Suriye'deki Araplar, bu karşı çıkışlarının çok zayıf kaldığına ve İran etkili bu işbirliğinin devam edeceğini düşünen Mehmet Akif Koç;
Aynı zamanda Suriye'nin bu şekilde İran'ın kendi kontrolü altında veya kendi tesir sahası içerisinde tutulması, hem Suriye'nin Arap dünyası içerisinde bulunması ve Arap kaynaklı tesirlere maruz kalmasını da azaltacak İran’ın kendi stratejik öncelikleri açısından. Hem de Türkiye'nin güneyine doğru bir tesir sahası oluşturmasını –2011'e kadar olduğu gibi- da sınırlayacak. Bu açıdan İran'ın Suriye ile işbirliğinin stratejik boyutları var. Bunun önümüzdeki dönemde yakın vadede azalacağını veya güç kaybedeceğini çok düşünmüyorum. Fakat şunu da eklemek lazım. Bugün Suriye içerisindeki Baas yöneticileri arasında, bu konuda daha çok Arapçı diyebileceğimiz, Arap dünyasına yönelimi savunanlar da var. İran'la ilişkilerin çok ilerlediğini, çok derinleştiğini ve bunun bir noktada dengelenmesi gerektiğini savunanlar var. Fakat şu an için bu sesler cılız, bu nedenle de bunun çok büyük bir sonuç üretebileceğini, önemli bir sonuca varabileceğini bu aşamada düşünmüyorum."