Ataerki toplum, neredeyse toplu yaşamın başladığı, Neolitik Çağa kadar gider. Tüm güç erkeklerin elinde toplanmış. Özellikle belli bir ekonomik gücü de olan erkek bu ayrıcalığa sahiptir. Topumu yönetmek de, aileyi yönetmek de erkeğin tekelindedir. Siyasal sistemler bu ön kabul üzerine oturmuştur.
Tüm dinlerin de Peygamberleri erkektir. İnsanlığın, yarısını oluşturan kadınların kaderini erkekler tayin ederler. Toplumu, dini, siyasal önderleri ve aileyi de baba yönetmiştir. Yazılım bu olunca 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar bile, istisnalar hariç, kadın ve çocuğun kaderi erkeğin elindeydi. Batıda, İkinci Dünya savaşından sonra, özellikle İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile önce kadının da erkekle aynı haklara sahip olması gereği bilince çıkmaya başlandı. 1970'li yıllarda kadın-erkek eşitliği konusunda önemli adımlar atılmaya başlandı.
Çocukların velayet hakkının anne ve baba tarafından birlikte kullanılacağı fikri henüz çok yenidir. Bununla ilgili hukuki düzenlemeler Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra Medeni Kanunlara giriyor. Çocuğun terbiyesi görevi aileye aitti. Aileni, özellikle babanın, çocuğa fiziki ve manevi şiddet uygulaması toplumca kabul edilen bir tutumdur. Hatta yasalar bile bir noktaya kadar buna cevaz veriyordu. Çocukların kaderi tamamen ailenin insiyatifindeydi.
İnsanın insan olma süreciyle, hukuk düzeninin topluma yerleşmesi süreci, neredeyse başa baş giden bir süreç. Toplumda hukuk bilinci yerleştikçe, insanın bir fert olarak değer kazanması, diğer bireylerle hiç olmazsa, hukuk karşısında eşit işlem görmesi imkanını doğurur. Fakat aynı toplumda, iki farklı hukuk sisteminin uygulanması, düşman hukukunun uygulanması, ayrımcılığın olması ya da özellikle siyasal iktidarın hukuka uymaması, hukukun etkinliğini ortadan kaldırır. Böyle bir durumda bireysellik vücut bulmaz, eşitlik de kalmaz, hak da olmaz. Zira hukuk, kişiyi “haklara ve borçlara ehil varlık” olarak tanımlar. Hak ve fiil ehliyeti olmayan, subje olamaz, obje olur.
19 gün boyunca aranan 8 yaşındaki Narin’in cansız bedeni bir çuval içinde bulundu. Basından takip ettiğimiz kadarıyla makul şüpheliler Narin’in ailesidir.
Narin bir çocuktu. Hem ailenin, hem devletin görevi Narin’i korumaktı. 20 Kasım 1989 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları sözleşmesi kabul edilmiştir. Bu sözleşme ile başta çocuğun “yaşama ve gelişme hakkı” olmak üzere ;
Bir isme ve vatandaşlığa sahip olma hakkı,
Sağlık hizmetlerinden faydalanabilme hakkı,
Eğitim hakkı,
İnsani şartlarda yaşam hakkı,
İstismar ve ihmalden korunma hakkı,
Ekonomik sömürüden korunma hakları, sözleşme ile güvence altına alınmıştır. Türkiye 14 Eylül 1990 tarihinde bu sözleşmeyi imzalamıştır. Yine 15.07.2005 tarihinde resmi gazetede yayımlanan 5395 sayılı 'Çocuk Koruma Kanunu' vardır. Bu yasa ile de çocuk lehine pek çok hüküm getirilmiştir. Bu yasal düzenleme, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nden de ileri güvenceler sağlamaktadır.
Yasanın 4.Maddesi “Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;
a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,
d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,
e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,
g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,
h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,
i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,
j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması,” şeklindedir.
Peki Neden Çocuk Narinler öldürülüyorlar?.
İslam hukuku aile reisine, eş ve çocuklar üzerinde mutlak otorite kurma yetkisi tanıyor. Ne çocuğu, ne de annesini, baba ve koca figürü karşısında korumuyor. Ne yazık ki, İslam dini , bir inanç olarak kalmıyor, bir hukuk olarak da kendini dayatıyor. İktidar da seküler yaşama inanmadığı için, resmen olmazsa da fiilin, iki hukuk yaşam buluyor. Yanı sıra çağdışı örf ve adetler ile töreler, çocuk Narinlerin ölümünü meşru görüyor. Mesele ne cehalettir, ne de vicdansızlıktır. Mesele meşruiyet tanımlamasıdır. Toplumun bir kesimi meşruiyet kaynağını hukuk olarak kabul ederken, diğer kesimi meşruiyetin referansı olarak dini kurallar ve alışıla gelen uygulamaları kabul ediyor.
Durum bu olduğu sürece, ne kadına karşı şiddet hızını keser ne de Narinlerin hunharca katledilmesi önlenebilir.
Yapılacak şey, evrensel hukuki değerleri topluma, eğitim ve hukuk ile benimsetmektir. 09.09.2024