Bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü. Her yıl dünyanın pek çok yerinde çeşitli etkinliklerle “Barışa olan ihtiyaca” dikkat çekilir. Çünkü savaşlar güvenliği bertaraf eder. Sürekli zarar yaratır. Riskler, savaş esnasında zarara dönüşür. Oysa insanoğlu güvenlik arar. Güven içinde, hiçbir tehdit algısı almadan, huzurlu ve istikrarlı bir yaşam sürdürmek isteriz. Çoğu zaman güvenlik kaygısı, özgürlük tutkusunun bile önüne geçer. Güvenlik olmayınca özgürlük de olmaz!
Otoriter bir sistem, güvenliği sağlamaz. Bir kesimin çıkarları gözetilerek başka bir kesim üzerinde kurulan baskı, güvenliği sağlamaz. Tam tersine, bünyesinde yeni bir risk taşır. Etki-tepki misali, sistemlerin baskısına maruz kalan ve güvenliği bertaraf olan kesim, karşı koyar. Kendisine yönelen haksızlığı bertaraf etmeye kalkışır. Otoriter sisteme karşı cılız bir şekilde başlayan muhalefet, bazen çığ gibi büyür. Bir haksızlığı bertaraf etmek için yola çıkanlar, kazandıkları güç oranında, yeni haksızlıklara sebep olabilirler. Bu kısır döngü, bize sürekli savaş ortamı yaratır. Barış ise hep bir umut olarak kalır. Bu fasid daireyi kırmanın yolu, adalet ve ölçülülükten geçer.
Alman orduları 1 Eylül 1939 yılında Polonya’ya girerek İkinci Dünya Savaşı'nı başlatmış oldu. Savaş 1945 yılında bitti. 6 yıllık dünya savaşında, kimi kaynaklara göre 70-85 milyon insan öldü. Yüzlerce milyon insan yaralandı. Yüzlerce milyon insan göç etmek zorunda kaldı.
İlk defa atom bombası, şehirlerin üzerinde kullanıldı. Hiroşima ve Nagazaki’de atılan 2 atom bombası ile toplamda 220 bin insan öldü. Bu şehirler yerle bir oldu. Uzun seneler boyunca buralarda doğan çocuklar, radyasyon etkisinden dolayı engelli doğdular. Bu vahşeti istatistiklerle tasvir etmek, mümkün değildir.
Bu büyük trajedi, bir daha yaşanmasın ve savaşların yarattığı risk ve tahribata dikkat çekmek için BM tarafından 1 Eylül “Dünya Barış Günü “ olarak kabul edildi.
Peki, neden barış gelmiyor?
Bunun o kadar çok sebebi vardır ki tek tek sıralamak mümkün değildir. Ama bana göre başlıca sebep, ölçüsüzlük ve adaletin toplumların yaşamına tam olarak yansımamasıdır. Adil değiliz ve ölçülü olamıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı'nı tetikleyen başlıca etken, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra doğan ölçüsüzlük ve adaletsizlik durumudur. Versay Barış Anlaşması ( 1.Dünya Savaşı'nı sonlandıran anlaşma) ile Almanya’ya ağır bir savaş tazminatı yüklenmişti. Alman halkı, çalışıp ürettiğinin neredeyse tamamına yakınını savaş galibi Fransa, İngiltere ve İtalya’ya savaş tazminatı olarak vermek zorunda kalmıştı.
Bu durum Almanya’da büyük bir ekonomik sıkıntı yarattığı gibi, aynı zamanda Alman halkının nezdinde büyük bir haksızlık algısına sebep oldu. Nasyonal Sosyalist Hareket, bu durumu iyice Alman halkının bilincine taşıdı. Kısa sürede Alman siyasetinde çok etkili oldu. Mutlak iktidarını tesis etti. Versay Anlaşması'nı rafa kaldırdı. Verdiği savaş tazminatının bir kısmını, silahlanmaya ayırdı. Dünyanın en güçlü ordusunu kurdu. Elde ettiği güç ile 1.Dünya Savaşı'nın Almaya için yarattığı olumsuz koşulları bertaraf etmekle kalmadı. Ölçüyü kaçırdı, tüm dünyayı egemenliği altına almaya kalkıştı. Adalet duygusunu yitirdi. Zulme yöneldi. İşi Yahudi Soykırımı'na vardırdı. Sonuç hem dünya için görülmemiş büyük bir yıkım, hem de Almanya için yeni bir felaket odu.
Lozan Barış Anlaşması da Kürt halkı için büyük bir haksızlığa neden oldu. Ülkesi dörde bölündü. Yeni kurulan ve Kürdistan'ı pay eden devletler, Kürtlerin ulusal demokratik haklarını teslim etmediler. Sürekli baskı ve asimilasyon politikası ile bölgede bitmeyen bir savaşın süregelmesine neden oldular. Bu statü, devam ettiği sürece de bölgeye barışın gelmesi, hep bir umut olarak kalacaktır.
Barışı getirmek için atılacak en önemli adımlar; öncelikle hırsımızı törpülemeliyiz. Gücümüze güvenip, ölçüyü kaçırmamalıyız. Aklımızı bilemeliyiz. Bilenmiş aklımızı adalet ile dizginlemeliyiz. Bunun için de barış yanlılarının, savaş yanlılarından daha güçlü olması gerekiyor.
Güç, savaş yanlılarının tekelinde olduğu sürece veya savaş yanlıları, barış yanlılarından güçlü oldukları sürece; barış, hep bir iyi niyet dileği olarak insanlığın düşüncesinde kalacaktır.
Barış içinde bir dünyayı, birlikte kurabiliriz. Yeter ki tutumumuz Sayın Kemal Burkay’in belirttiği gibi “Güçlüden değil, haklıdan yana “ olsun. Barış ve özgürlüğün egemen olduğu bir dünya dileği ile.