İnsanoğlu toplu yaşama geçtiğinden beri “ Adalet “ aramaktadır. Hemen her dönem, insanlar adaletsizlikle karşı karşıya kalmıştır. Fakat bazen adaletsizlik çekilmez bir hal almış. Bu gün Türkiye bu kerteye gelmiştir.
Peki adalet nedir? Kabaca her kese hakkını vermek, eşite eşit, farklıya farklı davranmak vb. olarak tanımlanır. Adaleti eşitlik olarak tanımlayanlar da vardır. Fakat insanlar, yaşları, cüsseleri, zekaları ve ihtiyaçları bakımından eşit değildirler. O halde, her insanın ihtiyacına uygun, göreli bir eşitlilik sağlamak, her kese hakkettiğini vermek, adil olmanın en bilinen yoludur.
Adalet sadece Adalet saraylarında dağıtılmaz. Her türlü iktidar ya da her muktedir adil olmak durumundadır. Adaleti en başta, siyasal iktidarlar sağlamak zorundadır.
Siyasal iktidarlar, adaletten uzaklaştıkları ölçüde, otoriter ve totaliter bir karakter alırlar. Toplumda, gelir dağılımı açısından, uçurumlar oluşur. Kast sistemleri ortaya çıkmaya başlar. Adalet, sadece gelir dağılımı ile ilgili bir kavram da değildir. Kadın-erkek eşitliği, fikir ve düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, bilimin özerkliği de adaleti gerektiriyor.
Toplumda farklı, din ve inançların, yaşam tarzlarının, etnik yapıların kolektif haklarına sağlanan hukuki güvenceler de adalet ile olur.
Mevcut iktidar 22 yıllık bir iktidardır. Cumhuriyet tarihinin Soğuk Savaş sonrası en uzun ömürlü iktidarı. Avrupa Birliği (AB) ve tüm batı ülkelerinde; Sosyal Hukuk Devletinin tavan yaptığı bir dönemin iktidarı! Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunun devam ettiği sürecin iktidarı!
Batıda etnik ve ulusal sorunlar çözülmüş. Farklı etnik yapıları içinde barındıran hemen hemen tüm devletler, üniter devleti terk edip, çoklu, bileşik, federal ve konfederal devletlerin yapılandığı çağın iktidarı.
Bu iktidar 200 yıllık Kürt sorununu çözmediği gibi, çözüm önündeki engelleri de kaldırmayı irade etmemiş. Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan Kürtlerin, Ana Dilde Eğitim hakkı yoktur. Kürtçe Resmi bir dil olamamış. Kürtler kendi kimlikleri ile özgürce siyaset yapamıyorlar. Kendi kendini yönetme hakkından yoksundurlar. Halen 19. Yüzyıl modeli olan, katı Üniter Devlet Sistemi ile yönetiliyoruz.
Gelir dağılımı bakımında, sınıflar arası uçurum yaratıldı. Açlık sınırı 50 bin TL’ye dayanmış, asgari ücretli halen 17 bine çalışıyor. Ülke yabancı uyruklu sığınmacılarla tıka basa dolunca, emek piyasasında; emekçinin emeği pul olmuş. ( Bazı patronlar, banka üzerinde 17 bin işçiye verip, açıktan en az üçten birini geri alıyorlar.) Emeklinin bir kısmı açlık sınırının neredeyse dörtte birine talim ettiriliyor. Tek yön uçak biletleri, emekli ve emekçinin maaşına yetişmiş. (Uçak biletleri Uçaklardan da daha yukarıda, füzelerle yarışıyor.) Uçak biletleri karaborsaya düşmüş. Acenteler,iki yıl önce, oto galericilerin yaptığı gibi, tüm biletleri ucuza kapıp, yolcuya üç dört katına satıyorlar.
Bir kebap 3. Sınıf lokantalarda 300 lirayı geçmiş. Hükümet dar gelirliyi halen boğazlamakla meşgul. Yargı harçları almış başını gitmiş. Adli Yardım Kurumu işlemez duruma gelmiş. Adli yardım hizmetini sunan Avukat meslektaşlar, enflasyonun %120’ler düzeyinde seyrettiği bir dönemde, 3-4 yılda vekalet ücretlerini alamıyorlar.
Cumhurbaşkanının maaşı neden 5 asgari ücretten yüksek olsun ki? Bakan neden 4 asgari ücretten, vekil üç asgari ücretten neden fazla alsın?, Yada THY Genel Müdürü neden Asgari ücretin 110 katı ücret alıyor?
Ya asgari ücret Cumhurbaşkanın maaşının beşte birine yükseltilmeli, ya da Cumhurbaşkanı maaşı 5 asgari ücret düzeyine indirilmeli. Emek ve nitelikli emek bu şekilde yerlerde sürünürken adalet gerçekleşmiş olmaz. Gelir dağılımı arasında mevcut olan bu kadar büyük uçuruma, bu denli hayat pahalılığına rağmen, Hükümetin, “biz kimseyi enflasyona ezdirmedik” söylemi, gerçekleri ters yüz etmektir.
Bu hükümette adalet duygusu kalmamış. Adaletten kopanın meşruiyeti de olmaz.